Londra Gezi Notları

Gezi Tarihi : Temmuz 2016 Gezi Süresi : 8 Gün

Sanırım bugüne kadar yazdığım yerler arasında en zorlandığım rehber Londra. Çok fazla detay var, çok fazla gezilecek yer var, Avrupa şehirlerine kıyasla Londra çok büyük, 8 Gün kalmamıza rağmen tam anlamıyla gezemediğimiz, doyamadığımız bir şehir. Sizi çok fazla boğmadan öncelikle her zamanki gibi detaylı rehberimi yazacağım, arkasından ise size kolaylık olması açısından 1 haftalık gezi planı paylaşacağım. Beni detaylarla hiç uğraştırmayın diyenleri direkt yazının en sonuna alabiliriz 🙂

Ulaşım

Londra’da 6 adet havalimanı var. Türk Hava Yolları Gatwick ve Heathrow havalimanlarına, Pegasus ise Stansted ve Gatwick’e iniyor.

Biz Thy ile uçtuk, yolculuğumuz yaklaşık 3buçuk saat sürdü ve Gatwick Havalimanı’na iniş sağladık. Gatwick Havalimanı’ndan şehir merkezine ulaşım sağlamak isterseniz, otobüs, tren ve express tren alternatiflerini kullanabilirsiniz. Otobüs 1,5 saat civarında sürdüğü için biz tercih etmedik, express tren hiç durmadan doğrudan merkeze gidiyor 25 dakika kadar sürüyor fiyatı iki kişi 33£ civarında, normal tren ise 35 dakika kadar sürüyor, normal şartlar altında tren ile ulaşım iki kişi 32£ kadar tutuyor, biz iki kişi için 15,80£ ödedik. Nasıl oluyor derseniz, Londra’da ulaşım fiyatları biraz değişkenlik gösteriyor, Off Peak dönemleri ve Weekend Ticket’ları oluyor. Örneğin ulaşımın çok yoğun kullanılmadığı saatlerde (iş saatleri dışında) 16£ olan bilet 10£’a düşüyor. Biz Cumartesi günü öğlen 13.00 gibi tren bileti satın aldık ve Off Peak Weekend Ticket denk geldiği için normal fiyatın yarısına geldi. Sizde otomatlardan satın alırken bu alternatifleri gözardı etmeyin. Buarada İngiltere  para birimi olarak Euro’yu değil İngiliz Sterlini‘ni kullanıyor.

Londra Havalimanı Ulaşım Haritası

Londra’da ulaşım ağı çok gelişmiş ancak fiyatları, dört ile çarpmak zorunda olduğumuz için bize göre oldukça yüksek. Şehir içinde tek binişlik biletler 4£’dan başlıyor. Bu sebeple havalimanından merkeze geldikten sonra bir Oyster Card almanızı tavsiye ediyorum. Metro istasyonlarında bulunan otomatlardan satın alabilirsiniz. Oyster Card’ı bizim İstanbul Kart olarak düşünebilirsiniz, içine para yüklüyorsunuz, bu sayede tüm ulaşım araçlarına indirimli binebiliyorsunuz, sadece satın alırken 5£ depozito ödüyorsunuz, dilerseniz onu ülkeden çıkış yapacağınız zaman kartı iade edip geri alabiliyorsunuz. Biz iade etmedik, bir sonraki gidişimizde kullanabilmek ve hatıra olarak saklayabilmek adına. Oyster Card’a para yükleyeceğiniz zaman günlük, 7 günlük, aylık ve yıllık sınırsız ulaşım kartları da yükleyebiliyorsunuz, bu sayede ulaşımdan çok daha ucuza faydalanabiliyor ve toplu taşımayı hunharca kullanabiliyorsunuz 🙂 Bir de zone olayı var, şehir 9 bölgeye ayrılıyor ve her bölgenin ulaşımı farklı fiyatlandırılıyor. 1-2 zone şehir merkezini gezmeniz için yeterli, Greenwich’e gitmek isterseniz, tam sınırda olduğu için biz garanti olsun diye 1-3 zone satın aldık. Güncel fiyatlara buradan ulaşabilirsiniz. [1] Biz 7 günlük sınırsız, 1-3 zone ulaşım yükledik kartımıza ve Oyster ile birlikte toplamda iki kişi için 86,40£ ödedik.

[2]
Bölgelere ayrılmış Londra metro haritası

Şehir içi ulaşımla ilgili sizlere tavsiyem, çok fazla metro kullanmayın, iki katlı kırmızı otobüslerle seyahat etmek çok keyifli, hemde metro gibi uzun merdivenler inmek durumunda kalmazsınız. Ufak bir de hatırlatma yapayım metroya Underground diyorlar, tabelaları da bu şekilde.

İki katlı kırmızı otobüslerin üst katı 🙂

Ulaşımla ilgili son ve en önemli detay, İngiltere’de ulaşım tersten akıyor. Aslına bakarsanız her şeyleri ters, durakları yola ters, yürüyen merdivenleri ters, sürücü koltukları ters, insanları ters yürüyor, trafikleri tersten akıyor. Bu sebeple karşıdan karşıya geçerken dikkat edilmeli, bu konuda tüm turistler sıkıntı yaşıyor olmalı ki, yerlerde sağa bakın ya da sola bakın gibi uyarılar yer alıyor.

Konaklama

Londra genel olarak pahalı bir şehir ve konaklama fiyatları bunun en iyi ispatı. Otel araştırırken, merkezde kalmak istersek, en kötü otel için gecelik nerden baksanız 100£’u gözden çıkarmak gerektiğini gördüm. Bu paraları küçücük ve eski bir otel odasına vermektense, stüdyo daireye vermeyi tercih ettim. Otel konseptinde çok tatlı bir tesis buldum Studios2Let [3], stüdyo dairelerden oluşan, temizlik hizmeti olan ve Zone 1’de yer alan bu otele 7 gece için 700£ ödedik. Çok memnun kaldık, tesisi çok sevdik, lokasyonuna bayıldık, minik bir mutfağımız olduğu için bazı öğünlerimizi burada yiyebildik. Bir daha Londra’ya gidersek yine bu otelde kalırız.

Otelimiz 🙂

Hava Durumu

Londra’nın havasını ayrıca yazmak istedim, çünkü çok garip bir havaya sahip 🙂 Hava güneşli ve sıcakken, ‘sıcak dediğim Temmuz’un ortasında 19 derece’, bir anda şiddetli yağmur başlıyor, herkes mağazalara kaçıştıktan ve sokakta insan kalmadıktan 15 dakika sonra yine güneş açıyor. Bu durumu bir gün içerisinde 10 kere falan yaşayabiliyorsunuz. Onun dışında gerçekten serin bir iklimi var, yazın bile gitseniz yanınızda sweatshirt ya da yağmurluk tarzı üstler bulundurmanızda fayda var, şemsiyeyi de unutmayın lütfen, aç kapa aç kapa çok yorulacaksınız ama şemsiyesiz olmuyor 🙂

Gezilecek Yerler

Londra’yı bölgelere ayırarak anlatmanın en doğru yöntem olduğunu düşünerek, aşağıda görmüş olduğunuz haritayı beşe böldüm.
[4]

Birinci Bölge Tower Bridge ve çevresi. Tower Bridge, dünyanın en ünlü baskül köprüsü, baskül köprü açılıp kapanabilen köprü anlamına geliyor. Köprünün açık halini görebilmek için buradan gün ve saatlerine bakabilirsiniz. [5]Tower Bridge’ın üst bölümünde ise köprü tarihini anlatan bir müze ve zemini cam olan bir teras var, köprüden geçiş ücretsiz ancak üst kata çıkmak isterseniz 11£ ödemeniz gerekiyor.

Tower Bridge’ın hemen bitiminde Tower of London yani Londra Kalesi yer alıyor. Kale şehrin en önemli tarihi yapısı olma özelliğini taşıyor. Zamanında kraliyet sarayı, korkunç bir hapishane ve idam yeri olarak kullanılmış, tarihi kanlı olaylarla dolu olsa da, şimdiki görüntüsü yeşillikler arasında şirin bir kale.

Kapısında çok uzun kuyruklar oluyor, kaleye giriş ücreti kapıdan 25£, online alırsanız daha uygun, buradan online bilet satın alabilirsiniz. [6] İçeride bir de Bloody Tower, kanlı kule bulunuyor. 1483 yılında III. Richard, yeğenleri Edward ve Richard’ı buraya getiriyor ve daha sonra çocuklardan haber alınamıyor. Tam iki yüzyıl sonra bu civarda iki çocuk iskeleti bulunuyor, çocukları kral olmak isteyen amcalarının öldürdüğü düşünülüyor. Kule adını bu olaydan alıyor.

Kalenin önünden tekne turları kalkıyor, buradan Thames Nehri Turuna katılabilirsiniz, tur bir saat sürüyor ve tur boyunca rehber anlatım yapıyor. Bizim katıldığımız tur kişi başı 13£ idi.

Kalenin tam karşısında City Hall, belediye binası yer alıyor. Eğik mimarisi ile hemen göze çarpıyor.

Tower Bridge’dan sonraki köprü ise London Bridge, burası da Londra’nın bir diğer ünlü köprüsü olarak biliniyor.

Sağ tarafta görünen eğik yuvarlak bina City Hall.

London Bridge’ın bitiminde, Londra’nın en eski gotik katedrali Southwark’ın hemen yanında Borough Market yer alıyor. Burası yiyecek ve içecek tezgahlarının kurulu olduğu çok şirin bir pazar yeri. Pazar, Pazartesi ve Salı günleri dışında her gün kuruluyor, mutlaka uğramanızı tavsiye ediyorum. Pazarda Türk tezgahları da mevcut, genelde kuruyemiş ve lokum satıyorlar.

Nehir kenarından yürümeye devam ederseniz sol tarafınızda Shakespeare’s Globe Theatre’ı göreceksiniz. Burası aktif olarak kullanılan bir tiyatro salonu, tiyatro takvimi Shakespeare’in doğum tarihi olan 23 Nisan ile başlıyor. Oyunları izlemek dışında tiyatronun içini de gezebilirsiniz.

Tiyatronun hemen yanında ise Tate Modern, ücretsiz ziyaret edebileceğiniz bir modern sanat müzesi yer alıyor.

Tate Modern

Tate Modern’in önündeki köprü Millenium Köprüsü, buradan karşıya geçerseniz sizi St. Paul’s Katedrali karşılayacak. Burası Londra’nın en ünlü katedrali. Londra’da, diğer Avrupa şehirlerinden farklı olarak, kilise ve katedrallerin girişleri ücretli, burayı ziyaret etmek isterseniz giriş ücreti 18£, ibadet zamanlarına denk gelirseniz ücretsiz ziyaret edebilirsiniz, online bilet almak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz. [7] Aziz Paul yani Pavlus’un Tarsus doğumlu olduğunu da buraya dip not olarak ekleyeyim.

Bu bölgede son olarak Londra tarihini anlatan ve ücretsiz gezebileceğiniz Museum of London ve görkemli mimarisiyle dikkat çeken Kraliyet Adalet Mahkemesi, Royal Courts of Justice yer alıyor. Biz vakit bulamadığımız için Museum of London’a gidemedik.

İkinci Bölge Buckingham Sarayı ve çevresi. Buckingham Sarayı, kraliyet ailesinin Londra’da yaşadığı saray ancak her zaman burada kalmıyorlar, şehir dışında yer alan Windsor Castle adında bir de şatoları bulunuyor, genellikle orada kalmayı tercih ediyorlar. Buckingham Sarayı’nın belirli bölümleri ziyaret edilebiliyor, her bir bölüm farklı ücretlendiriliyor, buradan fiyatlarına bakabilirsiniz. [8]Yazları her gün, kışın ise belirli günlerde, saat 11.30’da saray önünde, nöbet değişim töreni Changing the Guard yapılıyor. Bu töreni tam bir turistik aktivite haline getirmişler, çok kalabalık oluyor, görmek isterseniz erken gitmekte fayda var. Tarihlere buradan bakabilirsiniz. [9] Sarayın bayrağı göndere çekilmişse, Kraliçe sarayda demekmiş ve bazı günler tören esnasında Kraliçe balkona çıkıp halkı selamlıyormuş 🙂

Buckingham Sarayı

Sarayın arka tarafında saray bahçeleri , yan tarafında Londra’nın ünlü parklarından Green Park, ön tarafında ise güzel bir cadde The Mall ve en eski kraliyet parkı olan St. James’s Park bulunuyor. Size tavsiyem, saray ziyaretini tamamladıktan sonra St. James’s Park içerisinden, Thames Nehri’ne doğru yürümeye devam edin. Benim Londra’da en sevdiğim parklardan biri oldu burası. Minikte bir tüyo vereyim, Türkiye’den giderken yanınızda bolca fıstık götürün (Londra’da kuruyemiş çok pahalı), parklarda her yerde sincaplar var ve çookk tatlılar, fıstığı görünce hemen yanınıza geliyorlar 🙂 Sanırım en çok parkları sevmemin sebebi minik sincaplar 🙂

Parkın bittiği yerde Westminster Abbey bulunuyor. Burası ünlülerin ve kraliyet ailesi üyelerinin cenaze törenlerinin gerçekleştirildiği, taç giyme törenlerinin yapıldığı ve düğün merasimlerinin ev sahibi olan kilise. Prenses Diana’nın da cenazesi burada yapılmış. Ayrıca Newton, Darwin gibi önemli kişilerin mezarları da burada bulunuyor. İnsanlar burada geceleri hayaletlerin dolaştığını düşünüyor, bu kilisede gömülen kişilerin hayaletlerini gördüğünü iddia edenler var. Giriş ücreti 20£, dua zamanlarında ücretsiz ziyaret edebilirsiniz.

Westminster Abbey’in hemen ön tarafında Houses of Parliament, Parlamento Binası bulunuyor. Birleşik Krallıkta, Kraliyet Ailesi aslında sembolik olarak varlığını sürdürüyor, asıl kararları parlamento burada alıyor. Parlamento Avam ve Lordlar Kamarasından oluşuyor. Avam Kamarasını halkın seçtiği vekiller, Lordlar Kamarasını ise hükümet ya da Kraliyet Ailesinin seçtiği asilzadeler oluşturuyor.

Bu yapıda yer alan saat kulesi, Birleşik Krallığın en bilinen simgesi, bizlerde o kuleyi Big Ben olarak bilsekte, Big Ben sadece saat kulesinin içinde yer alan çanın adı, kulenin adı ise Elizabeth. Big Ben’den her saat başı çan sesleri yükseliyor ve kesintisiz çalışması için günde 3 defa kurulması gerekiyor, bunun için çalışan özel işçiler bulunuyor. Sadece bir yılbaşında Big Ben aşırı kar yağışı nedeniyle 10 dakika geç çalmış ve çok sıcak olan bir Mayıs günü bir saat durmuş 🙂

Big Ben’in önündeki köprü Westminster Köprüsü, mutlaka gece buraya gelip köprüden Big Ben’i fotoğraflamalısınız ve o muhteşem ışıklandırmaya şahit olmalısınız 🙂 Hemen arkanızda da London Eye kırmızı ışıklandırmasıyla dikkatinizi çekecek, onunda fotoğrafını çekmeden duramayacaksınız 🙂

Köprünün karşısına geçtiğinizde sol tarafınızda sizi Sea Life Akvaryum karşılıyor. Bizim akvaryumlarla benzer olduğunu, hatta bizimkilerin daha güzel olduğunu duyduğumuz için biz girmedik. Çocuklu bir aile iseniz, hem akvaryumu hem de yanında bulunan Shrek’s Adventure’ı ziyaret edebilirsiniz.

Bunların hemen yanında, Londra’nın en önemli simgelerinden biri olan ve beni en çok heycanlandıran yapı London Eye bulunuyor. Londra’nın Gözü olan bu dönmedolabın tepe noktası yerden tam 135metre yükseklikte, açık havalarda 40km ilerisi görülebiliyor. Göz’ün yapımı tam 7 yıl sürmüş, taşınıp birleştirilmesi ise bir hafta. Dönmedolabın 1 tam turu tamamlaması yarım saat sürüyor ve biletleri 1 turu kapsıyor. Giriş ücreti online alırsanız 21£ ki, sıra beklememek adına online almanızı tavsiye ediyorum. Başka atraksiyonlarla kombin edilmiş biletlerde satın alabilir, güncel fiyatlara buradan ulaşabilirsiniz. [10] Bana sorarsanız Londra’da kaçırılmaması gereken en güzel aktivite London Eye.

London Eye’dan sonra nehir kıyısından düz devam ederseniz Royal Festival Hall ve National Theatre’ı görebilirsiniz. Denk gelirseniz ücretsiz gösteri ya da sergilere katılabilirsiniz.

Bu bölgede son olarak, ücretsiz gezebileceğiniz Imperial War Museum yani savaş müzesi yer alıyor. Buraya gitmeyi istiyorduk ancak vakit ayıramadık, sizin vaktiniz varsa mutlaka gidin derim.

Üçüncü bölge, tabiri caizse müzeler bölgesi. Londra’nın en ünlü ve ilgi çekici müzeleri burada yer alıyor. Hepsini bir günde gezmeniz mümkün değil, o sebeple bu bölgeye iki kere ve mümkünse gezinizin ilk günlerinde yorulmamışken gelmenizi tavsiye ediyorum. National History Museum yani Doğa Tarihi Müzesi, etkileşimli sergilerden oluşuyor. Müze girişi ücretsiz, içeride ücretsiz haritalarda var ancak harita alırsanız müzeye 1£ yardımda bulunmanız gerekiyor. Öncelikle müze binasının mimarisi muhteşem, ilk önce ona hayran oluyorsunuz sonra girişte sizi 5 metre boyunda bir dinazor iskeletinin kalıbı olan Dino Dippy karşılıyor, şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz.

Müze dört bölümden oluşuyor, Red Zone dünyaya şekil veren depremleri,volkanları, doğa olaylarını, insanların evrim süreçlerini anlatıyor. Bu bölümün en ilgi çekici yeri Deprem Simülatörü. Market süsü verilen bir platformda, şiddetli bir deprem anını yaşıyorsunuz.

Green Zone, ekosistemi oluşturan canlıları, kuşları, sürüngenleri, deniz canlılarını anlatıyor. İçleri doldurulmuş hayvan figürleri ve fosiller gerçekten çok ilgi çekici.

Blue Zone, deniz canlılarını, insan biyolojisini, memelileri anlatıyor. Bunun dışında Mavi Bölge’nin en çok ziyaret edilen bölümü Dinozorlar. T.rex’in hareketli modelini görmeden, dev mavi balinayı 28 metrelik gerçek boyutundan ötürü şaşkınlıkla incelemeden bu bölümden ayrılmayın 🙂

Son olarak Orange Zone, vahşi yaşamı ve Darwin’i anlatıyor. Burada kavanozlar içinde sergilenen gerçek canlılar bulunuyor, biraz ürkütücü olduğunu söylemeden edemeyeceğim.

Bu bölgedeki bir diğer müze Victoria & Albert Museum. Bizi en çok etkileyen müze burası oldu. Girişi ücretsiz, yine harita alırsanız 1£ bırakabilir ya da sadece müzeyi çok beğendiğiniz içinde yardımda bulunabilirsiniz. Burada, günümüzde dahil olmak üzere, her dönemi kapsayan çeşitli heykeller, mobilyalar, kıyafetler, cam ürünler, resimler, mücevherler, paralar, çiniler ve daha sayamadığım milyonlarca eser sergileniyor.

Müze beş bölümden oluşuyor, Sergiler, Asya, Avrupa, Malzeme ve Teknikler, Modern. Bu müzede bizim en çok ilgimizi çeken, Fatih Sultan Mehmet’in 1480 yılında İstanbul’da, İtalyan Ressam Bellini tarafından yapılan tek portresinin burada yer alması oldu. İkinci katta 63. bölümde yer alan tablonun yanında ayrıca Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet için yaptığı bronz paralarda yer alıyor. Bu tablo neden Türkiye’de değilde burada sergileniyor diye ister istemez soruyor insan kendine. Onun dışında müzenin çoğu bölümünü Türk halıları ve çinileri oluşturuyor, bunları zaten artık Avrupa müzelerinde görmeye bir hayli alıştık.

Bu bölgede bir de Science Museum yani Bilim Müzesi bulunuyor. Giriş ücretsiz, harita durumu burada da geçerli. Bu müzede çok güzel ancak çoğu bölümünün daha çok çocuklara hitap ettiğini düşünüyorum. Eski buhar makinelerini, trenleri, arabaları, uzay araçlarını, Apollo 10’u, mekanik bilgisayarları, mr cihazlarını vs. görmek adına çok anlamlı ancak onun dışında deney bölümleri gibi alanların ilgimizi çektiğini söyleyemeyeceğim.

Favori arabam 🙂

Müzelerden sonra, adını etrafında bulunduğu saraydan alan Kensington Gardens’a gidebilir, Londra’da sanatın kalbinin attığı yer olan Royal Albert Hall’i görebilirsiniz. Hemen karşısında bulunan Albert Memorial Anıtı ise, Kraliçe Victoria’nın çok sevdiği ancak genç yaşta kaybettiği, 40 yıl yasını tuttuğu kocasının anısını yaşatmakta.

Royal Albert Hall

Kensington Gardens’ın hemen yanında Hyde Park yer alıyor. Hyde Park, kraliyet parklarının en büyüğü ‘138 hektar arazisi bulunuyor’ ve en güzeli. İçerisinde bulunan yapay gölde deniz bisikletine binebilir, saatini 1,60£’a kiralayacağınız şezlonglarda uzanabilir, bisiklete ya da ata binebilir, kuğuları, ördekleri, sincapları besleyebilir ve çok keyifli yürüyüşler yapabilirsiniz.

Dünyanın en huzurlu yeri olabilir 🙂

Hyde Park’ın Marble Arch köşesinde Speakers Corner bulunuyor. Burası eskiden halk gösterilerinin yapıldığı, dinleyicisinin hiç eksik olmadığı bir yermiş. Günümüzde ise Pazar sabahları insanların bol keseden attığı, içini döktüğü, istediğini söyleyebildiği bir yer halini almış. Sizde buraya gidip ağzınıza geleni söyleyebilir ya da söylenenleri dinleyebilirsiniz 🙂

Bu bölgede son olarak anlatacağım yer, Aşk Engel Tanımaz filminden aşina olduğumuz, Julia Roberts ve Hugh Grant sayesinde aşık olduğumuz yer Notting Hill 🙂 Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, burası benim Londra’da en beğendiğim yer oldu 🙂 Şeker gibi tatlı rengarenk evleri, huzurlu sokakları ile beni benden aldı.

Çok şeker değil mi bu evler? 🙂

Notting Hill’in tek özelliği, burada çok romantik bir aşk filminin çekilmiş olması değil elbette. Her Cumartesi günü, Portobello Caddesi üzerinde kurulan, dünyanın en büyük antika pazarı olan Portobello Road Market’te buraya gelmek için yeterli bir sebep.

William Thacker’ın kitap dükkanı

Dördüncü bölge Oxford Caddesi ve çevresi. Oxford Caddesi, Londra’nın en ünlü ve Avrupa’nın en büyük alışveriş caddesi. Tüm dünya markalarını ve İngiltere’nin yerel markalarını bu cadde üzerinde bulabilirsiniz. Marble Arch durağı caddenin başı olarak kabul ediliyor, burada inerek caddeyi, yürümeye başlayabilirsiniz.

Oxford Caddesi üzerinde Oxford Circus metro durağı mevcut, bu durak diğer bir ünlü alışveriş caddesi olan Regent Street ile Oxford’un kesişim noktası. Ben Regent Street’i Oxford’a kıyasla daha çok sevdim, burası daha şık bir cadde.

Regent Street’in paralelinde ise Carnaby Street adında bir alışveriş caddesi daha bulunuyor. Diğer caddelere oranla daha küçük, daha çok yemek ağırlıklı çok şirin bir cadde.

Regent Street’ten aşağı doğru devam ettiğinizde, caddenin bittiği noktada Londra’nın ünlü meydanlarından Piccadilly Circus sizi karşılıyor. Piccadilly Circus, dev ekranların olduğu, meydanın ortasında Eros heykeli bulunan, hediyelik eşya satan dükkanların çokça bulunduğu, her daim kalabalık olan bir meydan. Ekranlar sebebiyle Times Meydanı’na benzetilse de, burası Times’ın minyatürü bile sayılamayacak kadar küçük 🙂

Piccadilly Circus ile aynı cadde üzerinde çok yakın konumda bulunan diğer bir ünlü meydan Leicester Square. Burası sinemalar merkezi, dünyaca ünlü birçok filmin galaları burada yapılmış ve yapılmaya devam ediliyor. Meydanda ünlü bir çeşme, çeşmenin arka tarafında ise ünlü tiyatroların biletlerinin ucuza satıldığı TKTS gişesi yer alıyor. Vaktimiz kısıtlı olduğu için biz herhangi bir tiyatro gösterisine katılamadık ama siz kaçırmayın derim.

Leicester Square’in arka tarafı ise Chinatown yani Çin Mahallesi. Bu bölgede çok sayıda Çin Restoranı yer alıyor, Çin mutfağını sevenler için güzel bir yer olabilir ancak biz birazcık kokulardan rahatsız olduğumuz için bu bölgede pek kalamadık.

Chinatown

Meydanın hemen aşağısında ünlü ressamların eserlerinin sergilendiği ve girişi ücretsiz olan National Gallery bulunuyor. Galerinin yer aldığı meydan ise Trafalgar Square, bence diğer meydanlarla kıyaslandığında en görkemlisi burası. Trafalgar Meydanı şehrin merkezi kabul ediliyor, şehirdeki mesafeler genellikle bu meydana göre ölçülüyor. Meydan adını, İspanya’nın güneybatısında yer alan Trafalgar Burnu’nda, Amiral Nelson’un, Napolyon’u yendiği savaştan almış. Bu sebeple meydanda kocaman bir Nelson heykeli bulunuyor. Bunun dışında meydanda aslan heykelleri ve süs havuzu bulunuyor. Bir efsaneye göre, Big Ben 13 defa çalarsa, Nelson Sütunu’nun etrafındaki bronz aslanlar uyanacakmış 🙂

Bu bölgede son durağımız Covent Garden. Burada Apple Market adında bir çarşı bulunuyor, yiyecek, antika gibi çeşitli ürünler satılıyor. Onun dışında ünlü markaların dükkanları da mevcut. Pasajın alt katında restoranlar bulunuyor, orada çok güzel sokak müziği yapan sanatçılara denk gelebilir ve keyifle dinleyebilirsiniz.

Pasajın hemen yanında ise London Transport Museum yani Ulaşım Müzesi yer alıyor. İlginizi çekerse giriş ücreti 17£.

Beşinci ve son bölge British Museum ve çevresi. Bizim kaldığımız otelde bu bölgede yer alıyor. British Museum, dünyanın en eski müzesi, farklı uygarlıklardan toplanan 8 milyon eser burada sergileniyor, 7 hektarlık arazisi olduğu için koleksiyon her geçen gün büyütülüyor ve müzeye yeni eserler ekleniyor. Türkiye’den de çok fazla eser barındırıyor. Müzeye giriş ücretsiz.

Müzenin en önemli bölümleri, Asur Heykelleri-Horsabad Girişi, Elgin Mermerleri, Mısır Mumyaları, Rosetta Taşı ve Sultan Hoo Hazineleri. Müzenin girişinde Datça Knidos’tan gemi ile getirilen 7 tonluk bir aslan heykeli var. Türkiye’den getirilen eserlere bakınca, bunları nasıl taşımışlar hangi yollarla getirmişler diye düşünmeden duramıyor insan. Nemrut’tan, Halikarnas’tan, Knidos’dan Türkiye’nin her yerinden birçok eser var. Biz bu eserleri bu şekilde koruyabilirmiydik ve en azından ücretsiz geziyoruz, bizim eserlerimiz için bizden para almıyorlar tesellisi ile gezdik bütün müzeyi 🙂

17. bölümde yer alan Nereidler Anıtı, 1840 yılında Muğla’dan alınarak (ya da çalınarak) British Museum’a getirilmiş.
Rosetta Taşı

Müzede bir de Gebelein Man adında bir mumya var, bu mumyanın Firavun olduğuna inanılsa da müze yönetimi bunu kabul etmiyor. Kur’an ayetlerinde geçen ‘Firavun’un bedeninin kurtarılacağı ve ondan sonra gelecek nesile ibret olacağı’ gerçeğini reddetmek adına, mumyaya sıradan bir insan süsü vermişler. Müzedeki diğer mumyalarla kıyaslandığında, Firavun mumyasının neredeyse hiç bozulmadığını söyleyebilirim. Mumyayı görmek isterseniz, Ancient Egypt, 64. Bölümde yer almakta.

Gebelein Man

British Museum’ı rehber olmadan kendiniz gezecekseniz, mutlaka girişteki 2£’luk haritalardan temin edin ve harita üzerinde bulunan, kesinlikle görmeniz gereken eserleri es geçmeyin. Müzenin bana göre en ilgi çekici bölümü Mısır Mumyalarının olduğu bölümdü.

British Museum’un üst tarafında, British Library yer alıyor, burası dünyanın en büyük kütüphanesi. İçerisi gerçekten çok güzel, kütüphane dışında laptop’ınızı getirip çalışabileceğiniz çalışma alanları da bulunuyor. Parklarından sonra kütüphanelerini de kıskandığımı söylemeden edemeyeceğim.

Kütüphaneden sonra, toplu taşıma ile ulaşılması gereken bir konumda Madame Tussauds Museum yer alıyor. Aslında bu müzeyi neredeyse gittiğimiz her Avrupa şehrinde görüyoruz ancak buranın ayrı bir özelliği var. Madame Tussaud 1803’te Londra’da 30 adet balmumu heykel yapıp sergiliyor ve televizyonun icat edilmediği, fotoğrafın bile yaygın olmadığı bir dönemde, insanların ünlüleri yakından görme fırsatları doğuyor ve modeller çok popüler oluyor. Londra’daki müze, tüm Avrupa’ya yayılan müzelerin ilki anlayacağınız. Müzede Atatürk’ün balmumu heykeli de bulunuyor. Müzenin giriş ücreti 35£, online alırsanız çok daha uygun, güncel fiyatlara buradan bakabilirsiniz. [11]

Madame Tussauds’un hemen arka sokağında Sherlock Holmes Müzesi yer alıyor. Sherlock Holmes, İskoç Yazar Sir Arthur Conan Doyle’un romanında yarattığı başarılı bir dedektif karakteri. Holmes, ayrıntılara çok dikkat eden, çok hızlı mantık yürüten, sadece ayakkabının üstündeki çamur lekesine bakarak suçun ne zaman işlendiğini ve suçlunun nerede bulunabileceğini anlayabilen bir dedektif. Romanın yazıldığı dönemde Baker Street’te ev numaraları sadece 100’e kadarmış, ancak hikayedeki Holmes, 221b Baker Street’te oturduğu için, müzede bu numaranın kullanılmasına izin verilmiş. Müzeye giriş ücreti 15£.

Müzenin üst tarafında Regent’s Park bulunuyor. Burası benim favori parklarımdan biri oldu, en fazla sincabı burada beslediğim içinde olabilir bilemiyorum. O kadar güzel ve huzurlu bir park ki, hiç ayrılmak istemiyorsunuz.

Parkın içerisinde bir hayvanat bahçesi bile var, London Zoo. Parkın en üst tarafına yürürseniz görebilirsiniz. Harry Potter’ın, hayvanat bahçesinde yılanla konuştuğu sahneyi hatırlayanlar için bilgi vereyim, burası o hayvanat bahçesinin ta kendisi. Londra Camisi de bu parkın içinde yer alıyor, en sol tarafında uçta, ilginizi çekerse ziyaret edebilirsiniz.

Park gezintisini tamamladıktan sonra yakın bir konumda yer alan Camden Town’a geçebilirsiniz. Burası rengarenk, normalden uzak alternatif tarzda bir bölge. Sokaklarda çoğunlukla grafitiler var, mağazalar rock punk tarzında ürünler satıyor genellikle. Hafta sonları Camden Lock Market kuruluyor. Ziyaret etmesi keyifli bir yer, sürekli başınız yukarıda yürümek durumunda kalıyorsunuz çünkü her bir dükkan ayrı bir görsel şölen 🙂

Çay saati yapmak isterseniz, Şapkacı’ya bahşiş bırakmanız gerekiyor 🙂

Şehir dışında gezilecek yer alternatifleri nelerdir derseniz, Harry Potter Stüdyoları‘nı ziyaret edebilirsiniz, detaylarına buradan ulaşabilirsiniz. [12] Kraliyet ailesinin şehir dışında yaşadıkları şato olan Windsor Castle’ı ziyaret edebilirsiniz. Windsor&Eton durağında inerek, şehir merkezinden yaklaşık bir saatte ulaşabilirsiniz.

Dünyanın başlangıç boylamının geçtiği yer olarak kabul edilen Greenwich’e gidebilirsiniz. Greenwich’e merkezden tekne ya da tren ile ulaşım sağlayabilirsiniz. Merkezden Bank durağından binip, Cutty Sark durağında inerek ulaşabilirsiniz, yolculuğunuz yaklaşık yarım saat sürecek. Greenwich’te Gözlemevi’ni ziyaret edebilir, Planetarium’a girebilir, İngiltere’nin en büyük denizcilik müzesini gezebilir ve yemyeşil parklarında keyifli vakit geçirebilirsiniz.

Tüm dünya saatlerinin bu saate göre ayarlandığını biliyor muydunuz?

Şehir merkezine iki saat uzaklıkta bulunan, dünyanın en eski spa merkezi olan Bath şehrine gidebilirsiniz.

Shakespeare’in doğduğu köy olan Stratford-upon-Avon‘u ziyaret edebilirsiniz. Tabi buraları ziyaret edebilmek için tüm Londra’yı gezmiş ve vaktiniz kalmış olmalı 🙂 Biz stüdyo ve Greenwich dışındakilere vakit ayıramadık malesef, sizin aklınızda bulunsun diye yazmak istedim.

Yeme İçme

Londra’da neler denedik, ne yedik ne içtik, neleri sevdik, neleri sevmedik, birazcıkta onlardan bahsedeyim.

Öncelikle İngiltere’nin kendine özgü pek yemeği bulunmuyor, mutlaka şunu yiyin diyebileceğim bir yemekleri yok ancak tüm dünya mutfaklarına çok güzel ev sahipliği yapmışlar, herşeyin güzelini yeme imkanınız bulunuyor.

Londra’nın yeme içme anlamında en meşhur olayı Beş Çayı, otellerin, pastanelerin, restoranları özel Beş Çayı menüleri bulunuyor, sınırsız çay pasta kurabiye versiyonları olduğu gibi, sayı ile sınırlı olanları da mevcut, ne yazıkki hepsinin fiyatı dudak uçuklatıyor. Bir kişinin Afternoon Tea olarak adlandırılan Beş Çayı zevki 50-60£ civarını buluyor.

Londra’nın bir de pubları meşhur, her yerde karşınıza çıkabilecek çok güzel pubları mevcut. Ye Olde Cheshire Cheese [13] en eski olanlarından biri. Thames Nehri kıyısında The Anchor [14] var, görmemeniz mümkün değil,orası da tercih edilebilicek publar arasında yer alıyor.

Nando’s [15], farklı yerlerde şubeleri bulunan bir tavuk restoranı. Peri Peri tavukları çok lezzetli, bütün tavuk yiyebildiğiniz gibi, çeyrek, yarım şeklinde de sipariş verebiliyorsunuz ve tavuğun acı seviyesini kendiniz seçiyorsunuz. Osman’ın bütün tavuk yemesine rağmen, burada 28£ hesap ödedik 🙂 Mutlaka gidin, pişman olmazsınız.

Flat Iron [16], bir steak restoranı, Carnaby Caddesi’nin orada bulunuyor. Kapısında her daim sıra var, önce sıraya giriyorsunuz, sıra size gelince isminizi ve telefonunuzu yazdırıyorsunuz, sizi sıraya ekliyorlar, ortalama 1 saat gibi bir süre söyledikten sonra oradan uzaklaşabiliyorsunuz çünkü sıra size gelince telefonunuza mesaj geliyor, sistem bu şekilde işliyor. Bizim Londra’da ki favori restoranımız burası oldu. Etleri inanılmaz lezzetli, yanında getirdikleri ıspanak salatası harika, burayı şiddetle tavsiye ediyorum. Ödediğimiz hesap 36£.

Honest Burgers [17], farklı yerlerde şubeleri olan bir hamburger restoranı. Biz Chinatown’un arkasında yer alan şubesine gittik. Sanırım hayatım boyunca yediğim en iyi tavuk burgeri burada yedim. Burayı da çok tavsiye ederim, mutlaka gidin 🙂 Ödediğimiz hesap 27£.

Pizza Express [18], farklı yerlerde şubeleri olan bir pizza restoranı zinciri. Biz Thames nehri kıyısında, Globe Theatre yakınında yer alan şubesine gittik. Pizzaları çok lezzetli. Osman Pollo Forza, ben Formaggi yedim, Pollo Forza’yı daha çok önerebilirim. Burada 32£ hesap ödedik.

Bubba Gump [19], Osman’ın San Francisco’da deneyimlediği, bana anlata anlata bitiremediği, benimde çok merak ettiğim bir deniz mahsülleri restoranıydı, meğer Londra’da da şubesi varmış, Leicester Square’in hemen orada. Forrest Gump filminin konseptinde tasarlanmış restoranda, yemeğinizi seçerken Run Forrest Run plakasını masaya koyuyor, seçiminizi tamamladıysanız Stop Forrest Stop plakasına geçiyorsunuz 🙂

Restoran çok şirin ancak San Francisco’dakinin yanından geçemezmiş eşimin dediğine göre, bende yediğim herşeye bayıldığımı söyleyemeyeceğim. Karidesli Mac&Cheese ve Forrest’s Seafood Feast söyledik, 27,5£ hesap ödedik.

Shake Shack Burger [20], İstanbul’da da şubesi bulunan bir fast food zinciri, Oxford Caddesi’nde şubesini görünce dayanamayıp kıyaslama yapmak adına girdik. Burdakinden çok haz ettiğimizi söyleyemeyeceğim. Self servis sipariş verdikten sonra size bir cihaz veriyorlar, cihaz yanıp sönmeye titremeye başlayınca siparişiniz hazır demek oluyor. Shake Shack hakkındaki fikrimiz değişmedi, Londra’dakinide pek sevmedik ve bir fast food zincirine göre çok pahalı bulduk, 20£ hesap ödedik.

Wasabi [21], farklı yerlerde şubeleri bulunan, self servis hizmet veren bir uzak doğu restoranı. Ayakta çabucak yemeğimi yiyeyim derseniz çok doğru,lezzetli ve ucuz bir tercih. Bizde Oxford Caddesi’ndeki şubesine öğlen yemeğini geçiştirmek için girdik. Bir tane körili tavuk aldık, yanında sebzeli pilavla servis ediliyor, iki tane de içecek aldık, 6£ ödedik.

Le Marche du Quartier [22], Borough Market içerisinde yer alan bir fransız standı. Ekmek arası ördek yapıyorlar, ördek etini çok sevdiğimiz için tercih ettik, güzeldi. Sandviçin tanesi 5£.

Pret A Manger [23], adım başı karşılaşacağınız, her yerde şubesi bulunan bir sandviç dükkanı. Sabah kahvaltılarında ya da öğlen atıştırmalarında burayı tercih edebilirsiniz. Biz birkaç kez gittik ve genelde 11-13£ arası hesap ödedik.

Ben’s Cookies [24], yine her yerde karşınıza çıkacak olan bir kurabiye dükkanı. Kurabiyeler gerçekten çok lezzetli, mutlaka deneyin derim. Fiyatları 1,5-2£ civarında.

Costa Coffee [25], anladığımız kadarıyla buranın yerel kahvecisi. Starbucks konseptinde, marketlerde de kahveleri satılan bir marka. Biz burada 7£ hesap ödedik.

The Hummingbird Bakery [26], Notting Hill Portobello Road’da bulunan bir cupcake dükkanı. Bu bölgeye gitmişken mutlaka alıp yiyin derim, çok lezzetli. Fiyatları 2-3£ civarında.

Paul [27], Paris’ten tanıdığımız kruvasan ve kahve dükkanı. St. Paul Kathedrali’nin orada bir şubesi var. Biz burada 6£ hesap ödedik.

İngiltere’nin yerel marketlerinden, Marks&Spencer Food ya da Tesco gibi yerlerin, üçlü menüleri oluyor, sandviç+içecek+atıştırmalık gibi, bu menüler çok ucuz oluyor, çok doyurucu olmasada geçiştirilmek istenen öğünler için tercih edilebilir.

Son olarak Carnaby Caddesi’nde Kingly Court adında, içeride çeşitli restoranların olduğu bir bölüm var, biz burayı çok sevdik ancak Flat Iron’da ki sıramızı beklediğimiz için oturmadık,buraya da göz atabilirsiniz.

Garip karşıladığımız bir durumdan da bahsetmek istiyorum, insanlar akşam olunca mekanların içinde oturarak içmek yerine, kapı önlerinde ayakta içkilerini içiyorlar. Kimse oturmuyor, her mekanın önünde kalabalık gruplar var, daha önce gittiğimiz şehirlerde karşılaşmadığımız için ilgimizi çekti, sebebini bilmiyoruz 🙂

Her yerde Simit Sarayı’nın şubeleriyle karşılaşmakta bizi gerçekten çok mutlu etti. En işlek caddelerde ve meydanlarda Simit Sarayı ve Kahve Dünyası ile karşılaşmış olmanın haklı gururunu yaşadık 🙂

Alışveriş

Harrods ve Selfridges Londra’nın iki ünlü avm’si, lüks ve şıklık konusunda ikisinin birbirinden aşağı kalır yanı yok. Selfridges Oxford Caddesi üzerinde, Harrods ise müzeler bölgesinde yer alıyor.

Harrods

Market alışverişlerinizi yapabileceğiniz, bizim karşılaştığımız yerel marketler, M&S Food, Tesco ve Sainsbury’s. Tesco’da satılan cupcakeler ve muffinler çok lezzetli, biz stüdyo dairede kaldığımız için sık sık alışveriş yaptık. İngiltere’nin prizi bizimkinden farklı olduğu için çeviriciye ihtiyacınız olacak, gitmeden önce alalım derseniz bulması oldukça zor, biz Londra’da çeşitli yerlerde fiyatlarına baktık ve en ucuzunu Tesco markette bulduk, 4,20 pounda satın aldık, sizde öyle yapın 🙂 Marketlerden Costa marka kahve satın alabilirsiniz, marmelat satın alabilirsiniz, çay satın alabilirsiniz.

Poundland adında, bizim 1 milyoncu olarak tabir edebileceğimiz marketler bulunuyor. İçeride ne ararsanız var ve genelde fiyatları 1£ ancak 2-3£’a çıktığı ürünlerde oluyor 🙂 Burası gerçekten çok ucuz, kesinlikle gitmenizi tavsiye ediyorum. Biz Portobello Road’un oradaki şubesine gittik.

Twinings, İngiltere’nin çay markası. Ben her yurt dışına çıktığımda free shoplardan birkaç paket alıyorum, çaylarını çok seviyorum ancak Türkiye fiyatları çok pahalı. Londra’da özel bir mağazası olduğunu okuduğumda çok heycanlandım 🙂 Fiyatlarının free shop’tan bile ucuz olduğunu görüncede dayanamadım, ellerimiz poşet dolu çıktık mağazadan. İçeride her çeşit çay olduğu gibi, çayları deneyimleyebildiğiniz bir alanda bulunuyor. Adalet Mahkemesinin tam karşısında yer alan bu dükkana mutlaka uğrayın derim.

Fortnum and Mason, İngiliz kültürünü yansıtan ürünlerin satıldığı bir alışveriş merkezi. Piccadilly Circus yakınında bulunuyor. Konsepti çok şirin ancak fiyatları dudak uçuklatıyor. Birşey satın almasanız bile ziyaret etmenizi öneriyorum.

Hamleys, İstanbul’da da şubesi bulunan oyuncak dükkanı, Regent Street üzerinde bulunan şubesi ise bizimkinin yanında alışveriş merkezi sayılacak büyüklükte. Sadece oyuncak yok içeride, teknolojik eğlenceli ürünlerde satılıyor.

Leicester Meydanı’nda, M&M’s World ve Nickelodeon mağazaları yer alıyor. M&M’s’lerin fiyatları birazcık turistik geldi bize ancak mağaza çok eğlenceli, mutlaka girin derim. Nickelodeon ise çocuklu aileler için biçilmiş kaftan, içerisi rengarenk ve o kadar tatlı ürünler varki, bir bebişimiz olsaydı heralde dayanamaz deli gibi alışveriş yapardık buradan 🙂

Nickelodeon

Stanfords, biz gezginlerin ilgisini çekebilecek slogana sahip ‘The World’s Largest Travel Bookshop’ bir kitap dükkanı. Seyahat kitapları ve seyahat temalı kırtasiye ürünleri satan dükkan, Covent Garden civarında yer alıyor. Üst katının tabanını Londra haritası ile kaplamışlar, çok keyifli bir dükkan.

Bunlar dışında yazımın içeriğinde bahsettiğim Oxford, Regent ve Carnaby Caddeleri alışveriş yapabileceğiniz yerler. Clarks, ayakkabı alışverişi yapabileceğiniz güzel bir marka, İstanbul’da 300 liraya satılan bir ayakkabı modelini buradan 80liraya satın aldım, ciddi indirimler olabiliyor. Boots kozmetik ürünler satın alabileceğiniz bir mağaza, ilgimi çeken mağazalar ve markalar bu şekilde.

Son olarak Londra şehir merkezinin dışında, Oxford yakınlarında Bicester Village adında bir outlet center bulunuyor. Tren yolculuğu yaklaşık bir saat sürüyor, ulaşım fiyatları da birazcık pahalı. Biz gidemedik, belki siz fırsat bulursunuz.

Londra notlarımı tamamladığıma inanamasamda, benden bu kadar 🙂 Sizlere fikir vermesi açısından hazırladığım 1 haftalık gezi programını da aşağıya ekliyorum. Son olarak söylemek istediğim, Londra seyahatinizi uzatabildiğiniz kadar uzatın, inanın her gününden ayrı bir keyif alacak ve Londra’ya doyamayacaksınız 🙂 Herkese keyifli seyahatler dilerim!

1 Haftalık Londra Gezi Planı

  1. Gün : Tower Bridge-Tower of London-St. Paul’s Cathedral-Tate Modern-Thames River Cruise Tour-Borough Market
  2. Gün : Natural History Museum-Science Museum-Harrods-Royal Albert Hall-Kensington Gardens
  3. Gün : Buckingham Palace-Green Park-St. James’s Park-Houses of Parliament-London Eye
  4. Gün : Victoria&Albert Museum-Hyde Park-Notting Hill-Madame Tussauds Museum-Sherlock Holmes Museum
  5. Gün : Oxford Street-Regent Street-Carnaby Street-Piccadilly Circus-Leicester Square-Trafalgar Square-Covent Garden
  6. Gün : British Museum-British Library-Museum of London-Camden Town-London Zoo-Regent’s Park
  7. Gün : Harry Potter Studio Tour-Greenwich

[28]