Gezi Tarihi : Eylül 2017 Gezi Süresi : 1 Gün

Ümit Burnu gezimizi anlatmadan önce tarih ve coğrafya kitaplarında hep karşımıza çıktığı için hikayesinden bahsetmek istiyorum. Cape Town’un keşfi aslında Ümit Burnu’nun keşfedilmesi ile başladı. 1488 yılında Baharat Yolu’nu bulmak için yola çıkan Portekizli denizci Bartolomeu Dias, uzaktan Masa Dağı’nın görüntüsüne aldanıp Cape Town’un etrafını dolaştıktan sonra, erzak aramak için gemisini buraya demirledi. Dias, Hindistan’a giden Baharat Yolu’nu bulamadı ancak Ümit Burnu’nu gemiciler için mola verilecek bir durak yeri haline getirmiş oldu. Kıyılarına vuran fırtınaların şiddeti ile ünlü olan burun, o zamanlar Fırtınalar Burnu olarak anıldı. İki yüzyıl boyunca Avrupa’yla Güney Afrika’nın ilişkisi gemilerin uğrayıp ihtiyaçlarını karşıladıktan sona yola devam etmeleri düzeyinde kaldı. Cape Town ilk olarak Hollandalı Jan Van Riebeeck sebebiyle Hollandalılar tarafından, daha sonra İngilizler tarafından sömürge haline getirildi. İngilizler, Fransızların bölgeyi işgal etmelerini önlemek amacıyla bölgeye girip kendileri işgal ettiler. 1815 yılında bu işgal tüm Avrupa tarafından kabul edildi ve İngilizlerin sömürgesi haline gelen topraklarda ırkçılık başladı. Birinci dünya savaşından sonra artan ırkçılık 1924 yılında çıkarılan kanunlarla meşru hale getirildi. 1930’lu yıllarda siyah insanların elinden yurttaşlık ve siyasi hakları alındı, şehir merkezlerinden uzaklaştırılıp Cape Flats adı verilen teneke mahallerde yaşamaya zorlandılar. Çeşitli dünya ülkelerinden yapılan baskılara rağmen İngilizler uyguladıkları ırkçı politikalardan vazgeçmediler. Yüzlerce siyah insan katledildi, ağır baskılara maruz kaldı, bu sebeple Güney Afrika Cumhuriyeti tüm dünya tarafından dışlandı, yalnız bırakıldı ve ilişkileri bitme noktasına getirildi. Bu sebeple devlet, sert ırkçı politikalarından taviz vermek durumunda kaldı.

 

Ümit Burnu

 

1990 yılında Nelson Mandela serbest bırakıldı ve dört yıl sonra Güney Afrika’nın ilk siyah (siyah, siyahi ne demem gerektiğini bilmiyorum, bunu söylemenin bile ayrımcılık olduğunu düşünsem de, tarihte bu şekilde yer aldığı için belirtmek durumundayım) başkanı olarak tarihe geçti. Sonrasında barışçıl ve ırkçılıktan uzak bir süreç başladı. Güney Afrika’nın tarihte diğer ülkeleri bu kadar cezbetmesinin sebebi, sadece doğal güzelliği ve konumu değil, ülkenin altında barındırdığı elmas ve altın madenleri oldu. Günümüzde cennet olarak tanımlayabileceğimiz bu şehrin aslında geçmişinde çok fazla acı var. Bizim yolumuz buralara nasıl düştü öğrenmek için buraya, bu gezi öncesinde gerçekleştirdiğimiz Joburg gezisi için buraya, Cape Town için buraya tıklayabilirsiniz.

 

 

Cape Town gezimiz sırasında araba kiraladığımız ilk gün Ümit Burnu’na doğru yola çıktık. Nasıl bir rota izlediğimizi yazının sonunda yer alan haritada görebilirsiniz. Ümit Burnu yolu üzerinde uğrayabileceğiniz en güzel durakları elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. Cape Town’un merkezinden Ümit Burnu yaklaşık 1,5 saat sürüyor, yolları genellikle tek şerit gidiş tek şerit dönüş şeklinde ancak tehlikeli ya da bozuk yollar değiller. Araç kiralamadığınız durumda Ümit Burnu turuna katılabilir ya da Uber kullanabilirsiniz. Citysightseeing otobüslerinin Cape Point &Penguin adı altında günlük turları var, ücretleri kişi başı 530R, buradan detaylarına ulaşabilirsiniz.

 

 

Kendi aracınızla seyahat ediyorsanız benim sizlere naçizane tasiyem, giderken Simon’s Town üzerindeki sahil şeridinden gitmeniz, dönüşte ise Chapman’s Peak tarafından dönmeniz yönünde olur. Cape Town merkezinden yola çıktıktan sonra ilk durak, renkli soyunma kabinleriyle ünlü Muizenberg Plajı ve St. James Plajı. Burası 1920’lerde zengin ve ünlülerin yazlık evlerinin yer aldığı bir bölge olmasına rağmen günümüzde biraz bakımsız kaldığını söyleyebilirim. Burada mola verip rengarenk kabinlerle fotoğraf çekilmeyi ihmal etmeyin, hatta yaz mevsiminde gittiyseniz denize girmek için hazırlıklı olabilirsiniz. Hatta bizim gibi amaçsızca ufka bakarken bir anda sizi selamlayan balinalara şahit olabilir, gününüzü güzelleştirmesine izin verebilirsiniz 🙂

 

St. James Beach

 

İkinci durak Simon’s Town adında şirin mi şirin bir sahil kasabası. Burada mola verebilir, kasabada dolaşabilir, vaktiniz varsa ve saat uygunsa deniz ürünleri yiyebileceğiniz bir restoranda oturabilirsiniz. St. James’ten Simon’s Town’a doğru yola çıktığınızda, arada kalan Fish Hoek, şehrin en iyi balina gözlem noktalarından biri, burada mola verip şansınız varsa balinaları görmeyi ihmal etmeyin 🙂

 

 

Aslında Simon’s Town’da bulunan ama kendi adıyla ün yapmış bir başka mola noktası Boulder’s Beach. Bu plajın en önemli özelliği siyah ve beyaz gözlüklü penguenlerin yaşam alanı olması ve koruma altında bulunması. Her ne kadar penguen kolonisinin yaşadığı bu plaj koruma altında olsa da, penguenler kaçıp başka plajlara da gidebiliyor 🙂

 

Penguenler için yapılmış minik yuvalar 🙂

 

Biz penguenleri hep kutuplarda yaşıyorlar diye bilsek de, bu penguenler kutup penguenlerinden çok farklılar, minicikler, vakitlerinin çok büyük bir kısmını suda geçiriyorlar, eriyen buzul suları nedeniyle Afrika kıyıları onlar için elverişli bir hal alıyor ve deniz canlılarıyla besleniyorlar. Benim de gitmeden önce en çok merak ettiğim, penguenlere bu kadar yakın olacağımı düşünmenin verdiği heyecanla sabırsızlandığım yer Boulder’s Plajıydı. Henüz arabamızı otoparka parkettiğimiz esnada bir temizlik görevlisi beni yanına çağırdı ve bak burada kimler var dedi 🙂 Otoparkın oraya kaçmış, ağacın altında minik yavrularını sarmalayan bir anne 🙂 Heralde bugüne kadar gördüğüm en sevimli görüntüydü, bu vesileyle heyecanım tavan yaptı.

 

Seni yerimm!

 

Normalde plajda iki farklı alan var, birisi yukarıdan penguen kolonisini izleyebildiğiniz bir seyir terası ya da balkon gibi bir yer, diğeri ise onlarla aynı kumsalda yüzebileceğiniz bir plaj ancak bu plajda penguen görmeniz garanti değil, canları isteyip yüzerek gelirlerse görebilirsiniz 🙂 Plajın giriş ücreti 70R, bu biletle hem balkon kısmına hem plaj kısmına giriş sağlayabiliyorsunuz. Ben ilk önce kumsala inmek istedim çünkü minik penguenlere ne kadar yakın olursak o kadar mutlu olacak ve bir hayalimi daha gerçekleştirecektim. Kumsala iner inmez bizi bir minnoş karşıladı, hatta paytak paytak bana doğru yürümeye başladı, kendimi kaybettiğim anlardan biriydi 🙂

 

 

Minikliğine bakar mısınız 🙂

 

Burada penguenlere o kadar fazla odaklandım ki, kumsalın güzelliğini bile gözüm görmedi, kış mevsiminde gelmiş olmamıza rağmen mayolarımızı getirsek yüzebilirdik, hava o kadar güzeldi, sonradan epey pişman olduk. Siz siz olun her daim hazırlıklı davranın, mevsime aldanmayın 🙂

 

Boulder’s Beach

 

Plajda penguenlerin kaçışına da şahit olduk, her ne kadar önlem alsalar da bir minnoş merdivenlerden çıkarak plajdan ayrıldı 🙂

 

Ne demişler, kurallar çiğnenmek içindir 🙂

 

Burada penguenlere bu kadar yakın olmanıza rağmen dokunmak ya da beslemek yasak, her yerde uyarı tabelaları yer alıyor ve bana pek inandırıcı gelmese de bu minik penguenler insanları ısırabiliyormuş hem de epey kuvvetli, aklınızda olsun. Bu plajı çok fazla insan keşfedemediği için epey sakin ama seyir terasına gittiğiniz anda turist kalabalığının içerisinde kalıyorsunuz, hatta bu kalabalıkta ön tarafa geçip penguenleri görmek bile güç, umarım plajı keşfetmeleri çok uzun zaman alır 🙂

 

Balkondan penguen manzarası ve oturmak için can atacağım arkada yer alan evler 🙂

 

Tüm günümü burada geçirmek istememe rağmen kısıtlı zamanımız olduğu için plajdan ayrılıp yeni duraklara doğru yola çıkıyoruz. Sırada meşhur Cape of Good Hope yani Ümit Burnu var. Ümit Burnu 8 bin hektardan oluşan doğa koruma bölgesine sahip, içerisinde binden fazla bitki türü, dağ zebrası, Afrika Antilobu, devekuşu, habeş maymunu ve engerek, kobra gibi yılanları barındıran bir bölge aslında. Arabayla bölgeye giriş yaptıktan sonra burun tarafına ulaşmak için epey yol katetmeniz gerekiyor, milli parkın kişi başı giriş ücreti 135R.

 

 

Ümit Burnu’nda mutlaka görmeniz gereken yerlerin birincisi Cape of Good Hope tabelasının bulunduğu kıyı, burada fotoğraf çektirmeden aman bölgeden ayrılayım demeyin, sonra nasıl ispatlarsınız Afrika’nın en güneyinde bulunduğunuzu 🙂

 

 

Burada kayalıklarda yürüyüş yapabilir, dev dalgaları izleyebilir, tabelanın çaprazında yar alan tırmanış rotasından en tepeye çıkıp muhteşem manzarayı izleyebilirsiniz.

 

Hem yükseklik korkusu hem çabuk yorulmam sebebiyle hep geride kalırım 🙂

 

İkinci görmeniz gereken yer Cape Point, fenerin bulunduğu nokta. Fenere merdivenlerden yürüyerek ya da füniküler ile çıkabilirsiniz. Füniküler ücreti kişi başı 50R.

 

Tarihi fener, hemen sağ tarafında görünen kutu gibi araç füniküler.

 

 

Biz çıkarken füniküler ile çıktık, inerken yürümeyi tercih ettik ancak burada dikkat edilmesi gereken bir konu var, Babunlar. Babun olarak adlandırılan bu maymun türü her yerde, atlayıp zıplıyor, kavga ediyor, yanınızdan koşarak geçip insanların ellerindeki yiyecekleri kapıyor, hatta içerisinde yiyecek olduğunu düşünürse çantaları alıp kaçıyor, kiminin kıyafetini çekiştiriyor, kimine saldırıyor. Kısacası bu maymunlar çok sevimli görünmelerine rağmen saldırganlar, Ümit Burnu’nda her yerde babunlar vahşi hayvanlardır, sevmeye çalışmayın, beslemeyin tabelaları yer alıyor, bu nedenle dikkatli olmakta fayda var.

 

Çok tatlılar ve çok şanslılar, dünyanın en güzel yerinde yaşıyorlar 🙂

 

Fenerden aşağıya doğru iniş yolu.

 

Tarihi fenerden balinalar, foklar ve yunuslar izlenebilir, bize denk gelmedi ama gören insanlar var. Hint ve Atlas Okyanusu’nun birleşen sularının da izlenebileceği söylense de, teknik olarak iki okyanusun birleştiği ve Afrika’nın en güney ucu sayılan yer Ümit Burnu değil Cape Agulhas. Vaktiniz varsa renkli çatıların yer aldığı küçük sahil kasabası Cape Agulhas ve içerisinde yer alan deniz feneri ziyaret edilerek birleşen okyanus suları görülebilir.

 

 

Cape Point’te yemek yemek isterseniz iki farklı alternatifiniz bulunuyor, birisi Two Oceans Restaurant diğeri fast food restoranı. Restoranın puanı pek iyi olmadığı için, çokta vakit kaybetmemek adına biz fast food tarafına yöneldik. İki pizza iki içecek için 155R ödedik, aslında dışarıda çok tatlı okyanus manzaralı masalar vardı ancak kalabalık sebebiyle yer bulamadık, biz de arabamıza gidelim manzaralı bir yere çeker orada yeriz diye düşündük. Tam arabaya doğru yürümeye başlamıştık ki yanımıza güvenlik görevlisi geldi, elinde kırbaç benzeri bir alet vardı, nereye gidiyorsunuz dedi, arabamıza yürüyoruz dedik, elinizde pizza kutularıyla yalnız başınıza gitmenize izin veremem, babunlar saldırabilir, size eşlik edeyim dedi, gerçekten çok şaşırdım, bu hayvanlar bu kadar tehlikeli miydi? Görevlinin vardır bir bildiği diyerek arabaya birlikte yürüdük, ziyaretçileri bu kadar önemsemeleri de hoşumuza gitti açıkçası, buradan tekrar teşekkürlerimi ileteyim 🙂 Arabamızı okyanus ve devekuşu manzaralı bir yere çekip yemeğimizi yedikten sonra tekrar yola koyulduk 🙂

 

 

Dönüş yolunda karşılaştığımız babunlar ve bebekleri 🙂

 

Sıradaki durağımız sörfçüleriyle ünlü Long Beach. Burası upuzun bir kumsal, yaz kış epey dalgalı olması sebebiyle sörf yapan insanların uğrak yeri haline gelmiş. Biz de sörfçüleri izleriz düşüncesiyle gittik ancak saat akşama yaklaştığı için bir sörfçü dışında kimseyi göremedik ama yumuşacık kumlarda çıplak ayak yürümek gerçekten çok keyifliydi.

 

Long Beach

 

Gün batımına sakladığımız son durağımız Chapman’s Peak, burası yapımı 7 yıl süren, dağ yüzeyinden oyularak yapılmış, 10km uzunluğunda ve giriş ücreti 35R olan paralı bir yol. Ama öyle sıradan bir yol değil, bir tarafı okyanus, bir tarafı dağ manzaralı, dünyanın en güzel yolu kabul edilen ve ünlü markaların araba reklamlarında kullandıkları bir yol.

 

Chapman’s Peak

 

Yol üzerinde seyir terasları yer alıyor, biz de gün batımını izlemek için arabamızı yol kenarına parkedip seyir terasına çıktık. Dünyanın farklı yerlerinden bizim gibi gün batımını izlemeye gelen turistlerle muhteşem bir ambiyans eşliğinde günü batırdık. Asyalı bir teyzenin eşine mırıldandığı melodiler halen kulağımda çınlıyor 🙂 Bugüne kadar gördüğüm en güzel gün batımıydı, tekrar gitmeyi en çok istediğim mekanlar arasında yerini aldı.

 

 

 

Ümit Burnu gezimizi bu olağanüstü günbatımı eşliğinde noktaladık. Bu yazıda ertesi gün çıktığımız balina gözlemleme yolculuğundan da bahsetmek istiyorum.

 

 

Güney Afrika’da Cape Town’a yaklaşık 1,5 saat uzaklığında, Hermanus isimli bir bölge var, burası dünyanın karadan balina gözlemlenebilen en iyi yeri. Hermanus küçük bir sahil kasabası, hatta kasaba içerisinde dolaşmak çok keyifli, sahili boyunca çok sayıda balina gözlem noktası bulunuyor. Haziran-Aralık ayları arasında körfezlerde çiftleşen ve yavrulayan göçmen balinaları görmek mümkün. En yaygın görülen balina türü Kuzey Atlantik Balinaları, onun dışında Kambur Balina ve Bryde da görülebiliyor. Hermanus, sokaklarda kendine özgü borusuyla balinaların göründüğünü anons eden dünyadaki tek balina mübaşirine ev sahipliği yapıyor 🙂

 

Hermanus

 

Hermanus’ta aynı zamanda balinaları açık denizlerde yakından gözlemlemeye olanak veren tekne turları yer alıyor. Bu tura vakit ayırabilir miyiz bilmediğim için satın almamıştım, araba kiraladığımız akşam online olarak Southern Right Charters isimli tur şirketinden saat 12.00’de kalkacak ve balinaları bulabileceğimiz süre doğrultusunda 1,5-3 saat aralığında sürecek turu kişi başı 800R karşılığında satın aldım ve sabah erkenden Hermanus’a doğru yola koyulduk, ilk defa balina göreceğimiz için inanılmaz heyecanlıydık 🙂

 

Tur teknemiz

 

Turun kalkacağı limana geldik, önce kaptanımız hepimizi toplayıp genel bir bilgilendirme yaptı, sonra tekneye bindik ve yola çıktık. Okyanusta epey açıldık, açılırken fok ve yunus balıkları gördük ancak onlar bizim için artık sıradanlaştı :p Yaz mevsimi bile olsa tekne açılırken inanılmaz bir rüzgar oluyor, üzerinize kalın bir şeyler almayı ihmal etmeyin. Açıldığımız yerde bir balina ailesine rastladık, verdiğim ilk tepki kocamanlaarr oldu 🙂

 

Su püskürtmelerine şahit olduk 🙂

 

O kadar büyüklerdi ki , bizim teknenin küçüklüğünü düşününce tedirgin oldum, tek hamleyle teknemizi batırabilirlerdi ama yapmazlarmış, insanlara zarar vermemek için tekneye bile çok yaklaşmazlarmış. Biz insanoğlu olarak onların soyunu tüketmekte hiç çekimser değiliz ama.. Balinaları izlerken etrafımızı bir anda foklar sardı, onlar da ilgi çekmek için atlayıp zıplamaya başladılar, gerçek olamayacak kadar güzel bir andı 🙂 Balinalar da bizimle selamlaşıp teknenin altından geçerek uzaklaştılar 🙂

 

Tanıştığımız balina ailesi

 

Dönüş yoluna geçtiğimizde teknenin iç bölümüne oturduk, turda içecek ve atıştırmalık ikramı vardı, onları yerken yolu bitirdik. Biz bu günümüzü Stellenbosch gezisi ile birleştirmiştik ancak biraz yorucu oldu, buraya yarım günden fazla ayırmanızı tavsiye ederim. Ben cesaret edebilseydim Hermanus’a yarım saat uzaklıkta Gansbaai bölgesinde kafesli köpek balığı dalışı yapılıyor ancak benim en çok korktuğum şeylerin başında köpekbalıkları geldiği için bu aksiyondan uzak durduk 🙂

 

Köpekbalığı görünümlü balinalar 🙂

 

Son olarak bu gezi ile ilgili birkaç önerimi aşağıda görebilirsiniz.

 

  • Bu gezi süresince tabelalara çok dikkat edin, bugüne kadar görmediğiniz, belki dünyanın başka yerlerinde olmayan yol tabelalarını burada görebilirsiniz. Arabayı durdurup her birini fotoğraflamadığımız için gerçekten pişman olduk. Örneğin ‘Penguen Çıkabilir’ tabelasını başka nerede görebiliriz ki? 🙂

 

Babun çıkabilir 🙂

 

  • Outeniqua Choo Tjoe isimli buharlı bir tren var, günde iki kez George Kasabası ile Knysna arasında 30km’lik bir yol yapıyor. Geçtiği yollar ve sunduğu manzaralar o kadar güzel ki, vaktiniz var ise bu trene binmeyi de ihmal etmeyin.
  • Cape Town’a daha fazla gün ayırabilirseniz Mossel Körfezi’nden başlayıp Storms Nehri’ne kadar devam eden rota Garden Route olarak geçiyor, araba ile bu rotayı tamamlayabilirsiniz. Bölgenin doğal zenginliğini gözlemleyebileceğiniz bu yolculuğa göller, nehirler ve lagünler eşlik ediyor. Bu araba yolculuğuna en az 2-3 gün ayırmanız gerektiğini unutmayın ve sadece ana yollara bağlı kalmadan ara yollardaki güzelliklerin de keyfini çıkarın.

 

 

 

Cape Town’da en unutamadığım gün Ümit Burnu gezisi ve balina gözlem yolculuğu yaptığımız gündü. Sizlerin de yolu Güney Afrika’ya düşerse bu deneyimleri yaşamadan dönmeyin derim. Yazımı beğendiyseniz yorum bırakmayı, beni Instagram ve Facebook’tan takip etmeyi, yeni yazılarımdan haberdar olmak için e-mail listeme kayıt olmayı unutmayın 🙂