Londra’ya geleli bir hafta olmuş bile, zaman nasıl geçti hiç anlamadım demeyi çok isterdim ancak ilk bir hafta zaman hiç geçmedi diyebilirim. Henüz buradaki yaşantıya alışamadığımız ve adapte olmak için çaba harcadığımız için burada zaman İstanbul’daki gibi akıp gitmiyor. Bir haftayı geride bıraktığımıza göre, sizden gelen sorularla birlikte deneyimlerimi paylaşabilirim diye düşünüyorum.

 

Öncelikle buraya ne zaman ve neden geldik, Londra’ya mı taşındık?

Uzun zamandır işimizi yurtdışında yapmak, hatta sektörün merkezi olduğu için Amerika’da yapmak gibi bir düşüncemiz vardı. Bunu yapabilmek için orada bulunmanın önemli bir etken olduğunu biliyorduk, uzaktan iş alabilme imkanımız olsa bile günün sonunda orada mevcut bulunan firma sizin birkaç adım önünüze geçebiliyor. Bu düşünce ve istek doğrultusunda yurtdışında yaşamayı, iş bulmayı ve varolan bağlantılarımız ile iş yapmayı denemek istedik. Amerika bu deneyim için uygun bir yer değildi çünkü hali hazırda Türkiye’deki işlerimiz devam ettiği için aradaki saat farkını göz önünde bulundurmamız gerekiyordu. En iyi seçenek İngiltere gibi gözüküyordu, Londra daha önce gittiğimiz, çok sevdiğimiz hatta burada yaşayabiliriz dediğimiz ve iş potansiyelimiz olan şehirlerden biriydi. Bu sebeple 22 Nisan sabahı Londra’ya geldik ve 30 Haziran’a kadar buralarda olacağız.

Buarada halen ne iş yaptığımızı merak eden ve soranları Hakkımda bölümüne davet ediyorum 🙂

 

Gelmeden önce ne gibi hazırlıklar ve ayarlamalar yaptık?

Aslında biz buraya gelmeye Ocak ayında karar verdik ancak ev bulma sürecimiz çok uzun sürdü, etkinlik takvimi oluşturmamız ve hali hazırda devam eden işlerimiz arasında bunları yapmaya çalışmamız takvimimizi bir hayli öteledi. Ev bulma sürecinde Airbnb üzerindeki fiyatları görünce daha yerel bir çözüm bulmaya çalıştık ve Rightmove ve Zoopla gibi websiteleri üzerinden ev arayışına başladık. İlk aşamada en önemli konu evdi, evi bulduktan sonra vize başvurusu, uçak bileti vs gibi ayrıntılar halledilmeyecek konular değildi. Rightmove üzerinden aklımızdakine yakın, Hyde Park’a yürüme mesafesinde, fiyatı Airbnb’ye kıyasla bir hayli uygun çok şirin bir stüdyo daire bulduk. Önce gözümüze fırsat gibi gözüktüğü için hemen emlakçıyla iletişime geçtik ve daireyi tutmak istediğimizi söyledik. O zaman gitmeyi planladığımız tarih 1 Mart’tı ve toplam 10 hafta kalacaktık, ekstra ücretler hariç dairenin haftalık ücreti 320pound’du, 1.000pound ise depozito ödememiz gerekiyordu. Emlakçıyla her konuda anlaştık ve birkaç gün içerisinde sözleşme aşamasına gelebildik, bizden pasaport fotokopilerimizi istedi, sözleşmeyi hazırladı ve tarafımıza iletti, incelediğimizde aklımıza takılan ufak bir iki detay oldu ve onları sormak için emlakçıya yeniden mail attık. O mailden sonra kadın dönmedi, 1 gün geçti, 2 gün, 3 gün, bu günlerde mail atmaya devam ettik, bir sorun mu var, evi başkası mı kiraladı diye, derken bizim içimize bir kurt düştü. Google’da şöyle genel bir araştırma yapayım dedim ve Londra’da çok fazla emlak dolandırıcılığının olduğunu, genellikle turist, öğrenci ya da iş için gelen kişilere depozito ya da ilk ayın kirasını talep ederek olmayan evleri kiraladıklarını gördüm. Emlakçı kadın da dönüş yapmayınca kesin dolandırılıyorduk dedik ve iyice şüphelendiğimiz için bu evden vazgeçtik. Airbnb üzerinden daha fazla para verelim ama en azından oraya gittiğimizde bir sürprizle karşılaşmayalım, gerçek bir ev tutalım diye düşündük. Aradan bir hafta geçtikten sonra emlakçı hava koşulları nedeniyle dönemedim, burada kar sebebiyle işe gidemedik vs dese bile şüphelenmiştik bir kere ve bu sefer biz ona dönüş yapmadık, inanır mısınız kadın günlerce yazdı, ev duruyor, parayı gönderirseniz size rezerve edebilirim diye, Hyde Park’ın yanında bu kadar güzel bir ev bu fiyatlara nasıl kiralanmazda durur, aklımız almadı. Sonrasında çok alternatif kalmamakla birlikte Airbnb üzerinden günlerce arama yaptık, kiminin tarihi uymuyordu, kimi uzun süreli kiralamak istemiyordu derken tarihimizi ertelemek durumunda kaldık ve 1+1 bir daire bulduk, fiyatı diğer evden daha yüksek ve merkeze daha uzaktı Zone 3’te yer alıyordu ama ev içimize sindi, ev sahibine mesaj attık, ev 22 Nisan’da müsait olacağı için bu tarihten itibaren tuttuk. Evimiz hazır olduğu ve çok içimize sindiği için hemen o tarihlere göre uçak biletimizi satın aldım, Birleşik Krallık vize başvurumuzu yapıp randevu aldım, meetup.com üzerinden işimizle ilgili katılabileceğimiz etkinlikleri belirledim ve başvurularını yaptım. 14 Mart’ta vize başvuru merkezine gittik, 6 aylık turist vizesi başvurumuzu yaptık ve sonucunu beklemeye başladık. Londra’da herhangi bir işte çalışmayacağımız ve sadece iki ay kalacağımız için başka bir vizeye ya da izne ihtiyaç duymadık, turist vizesi orada kalmamız için yeterliydi. Vize başvurusundan 3 gün geçtikten sonra gece 12’de telefonumuza bildirim geldi, Airbnb rezervasyonunuz iptal edildi diye! O an başımızdan aşağı kaynar sular döküldü, ne yapacağımızı şaşırdık, çünkü alternatif yoktu, fiyatlar inanılmaz uçuktu ve tüm ayarlamalarımızı yapmıştık. Hemen ev sahibine mesaj attık, bize maddi olarak bir sıkıntı yaşadığını, bu evi artık kiralayamayacağını ve çok üzgün olduğunu söyledi ama üzgün olması bizim hayatımızda hiçbirşeyi değiştirmiyordu. Gitmemize neredeyse bir ay kalmıştı ve kalacak bir yerimiz yoktu, süre uzun olduğu için alternatif kalmamıştı ve kalınabilir evlerin aylık kiraları 20bin liradan başlıyordu. Sakin kalmaya çalıştık ve kalacağımız zamanı birkaç eve bölmeye karar verdik, böylelikle uygun birkaç seçenek bulmuştuk ancak o evlerde çeşitli nedenlerden dolayı olmadı. Bu süreçte Airbnb’den nefret ettiğimizi söyleyebilirim çünkü bizi koruyacak hiçbir şartı yoktu, paramızı iade etmesi bizim o anki mağduriyetimizi karşılamıyordu. Sonuç olarak ilk günden beri gözümüze çarpan, yorumları iyi olan ama eşyaları eski ve bakımsız görünen, diğer kiraladığımız ev ile aynı fiyatlarda ama buarada kur artışı olduğu için daha pahalı olan stüdyo bir daire kiraladık. Ev sahibinden indirim istesekte yapmadı, zaten bizim de başka alternatifimiz kalmamıştı, kısacası mecbur kaldık.

 

Evimizin yakınında keşfettiğimiz bir mezarlık.

 

Emlak Dolandırıcılığı.

Londra’ya geldikten sonra burada bir Türk ile tanıştık. Kendisi iş sebebiyle buraya üç hafta kadar kalmaya gelmiş. Gelmeden bizimle aynı şekilde ancak farklı bir websitesi üzerinden, bir emlakçı ile anlaşarak ev kiralamış, sözleşmesini yapmış ve günlüğü 50£’dan toplam tutarın yarısını ödemiş. Gelmesine birkaç gün kala emlakçıdan mail almış, kapı kilidiniz oluşturuldu şifresi bu, bu şekilde giriş yapabilirsiniz diye. Kendisi bizden birkaç gün önce 18 Nisan’da Londra’ya gelmiş, evin bulunduğu adrese gitmiş ve evin yerinde tek katlı bir bar olduğunu görmüş. O an idrak edememiş tabi, ben yanlış geldim diye düşünmüş, tekrar evin fotoğraflarına bakmış, dış cepheden hangi bina olduğunu anlamış ve o binanın resepsiyonuna gitmiş. Ona gönderilen daire fotoğrafları buraya aitmiş ancak bu binada hiç kısa dönemli kiralık yokmuş ve hepsi doluymuş, emlakçıyı aramış ama telefonu açmamış, kısacası dolandırılmış. Bizim de başımıza aynı durum gelecekti çok büyük ihtimalle ve burada kaptırdığınız paranın hiçbir önemi yok, önemli olan ortada kalmış olmanız, ya pes edip ülkenize geri döneceksiniz ya da çok daha yüksek rakamlar ödeyerek kalmayı deneyeceksiniz. Bizim tanıştığımız kişi önce dönmeyi düşünse de, soğuk kanlı davranmış ve hemen kendine bir otel ayarlamış, bizim 2 ayda eve vereceğimiz parayı o neredeyse 10 gün için bir otele ödemiş ama en azından çalıştığı şirketten geri alabilme imkanı varmış, umarım döndüğünde alabilir.

 

Evimiz nerede? İlk intiba.

Evimiz North Acton bölgesinde, ev sahibimiz bir Yunan. Geldiğimiz ilk gün bizi evin orada karşılayacağını, anahtarı teslim edeceğini ve evi tanıtacağını zannediyorduk ama öyle olmadı. Londra’ya geldiğimiz gün Pazar’dı ve o gün Londra Maratonu vardı, şehrin hareketli olduğu günlerden biriydi. Ev sahibi bizi aradı ve gelemeyeceğini, kapıyı kilitlemediğini ve anahtarı evde bıraktığını söyledi. Biz çok sorun etmedik, demekki güvenli bir bölge ki kapıyı kilitlemeden bırakabiliyor diye düşündük, yarın öbür gün uğrayıp evin detaylarını anlatır dedik. Eve girdik, ev resimlerde göründüğü gibiydi ama temizliği için 45pound ödememize rağmen doğru düzgün temizlenmemişti. Biraz moralimiz bozulsa da altından kalkamayacağımız bir durum değildi, evi kendimiz temizledik ve iki ay burada kalacağımız için bir düzen oturtmak adına biraz alışveriş yaptık. Bu konuda imdadımıza Primark yetişti, kendi nevresim ve havlularımızı zaten getirmiştik, onun dışında yastık yorgan ve koltuk örtüsü satın aldık, evi yaşanabilir bir hale getirdik. Yine de ülkemizde yaşadığımız standartlara bakılırsa buradaki hayatımızın kalitesi şu an için bir hayli düşük. Evin en iyi yanı konumu, 10 dakika içerisinde metro istasyonuna yürüyor, 25 dakika sonra şehir merkezine varabiliyoruz. Evin bulunduğu bölge gördüğümüz kadarıyla müslümanların çoğunlukta yaşadığı bir bölge, iki gün pencerenin önünde çalıştım ve hep başörtülü bayanların geçtiğini, semt marketinde ise helal ürünler ve ramazana özel ürünlerin satıldığını gördüm. Buarada bir hafta geçti ancak ev sahibi halen bizi aramadı, bu kadar iyi yorumu olan, airbnb üzerinde 4,5 yıldızı bulunan ev sahibi bu mu, pek inandırıcı gelmedi açıkçası..

 

Ulaşım için ne kullanıyoruz?

Londra’ya ilk gelişimizde 5£ depozito vererek Oyster Card satın almıştık, buranın İstanbul Kartı gibi düşünebilirsiniz. Bu kartın içerisine sadece para ya da günlük, aylık, yıllık sınırsız ulaşım bakiyeleri yüklenebiliyor. Biz zone 2’de olduğumuz için, 1-2 zone aylık ulaşım yüklettik ve kişi başı 131£ ödedik! Bu rakamı güncel kurlarla çarptığımız zaman 750lira ediyor ve ben ulaşıma bu kadar para verdiğimize inanamıyorum. Neyse ki bu kartı bölgesinden çıkmamak koşulu ile her ulaşım aracında sınırsız olarak kullanabiliyoruz.

 

 

Telefon hattı.

Malum uzun kalacağımız ve Türkiye ile sürekli iletişim halinde olmamız gerektiği için burada kullanabileceğimiz bir simcard almamız gerekiyordu. Gelmeden önce araştırmasını yapmış ve giffgaff operatöründen almaya karar vermiştik. Ancak giffgaff sadece online olarak satıldığı için bayisi bulunmuyor ve eve sipariş etmemiz gerekiyordu. Aslında bu işlemi İstanbul’dayken de yapabilirdik, eve sipariş verebiliyorduk ancak erteledik. Oxford Caddesi’nde tüm dükkanlara baktık, turistik ürünler satan yerlerde sadece hattı 10£’a satıyorlardı ama normalde hat ücretsiz, tam eve sipariş ederiz bir iki gün daha bekleriz derken şans eseri Primark’ta satıldığını gördük, 0,40£’du hemen satın aldık ve içerisine 20£’luk sınırsız paket yükledik, giffgaff hatları kendi aralarında ücretsiz konuşabiliyor, diğer yurtiçi hatları aramak ve internet kullanımı sınırsız, Türkiye’yi internet üzerinden aradığımız için işimizi görmüş olduk.

 

Yemek işini nasıl hallediyoruz?

Pound 6’ya dayandığı için burada her gün dışarıda yemek yemek bizim için çok maliyetli, ortalama bir yerde pizza 20£, fast food zincirlerinde hamburger menü 10-12£, kahve 4£, daha iyi bir yerde iki kişi yemek yiyelim desek en az 40£, dolayısıyla fiyatlar böyle olduğu için evde yemek yapmak durumundayız. Buraya geldiğimizde mutfakta tüm malzemeler vardı ancak biz içimiz rahat etsin diye marketten tencere, tava, birkaç kap kacak satın aldık. Baharatlarımı, burada bulamam diye salça pirinç tereyağı gibi malzemelerimi evden getirmiştim. Çok detaylı yemekler yapamasak bile, haftalık market alışverişimizi yapıp yemek işini evde çözebiliyoruz. Yakınımızda Asda, Tesco ve Sainsbury’s marketleri var ve bu açıdan hiçbir zorluk yaşamadık. Market fiyatları yine pound olduğu için bize göre yüksek ve buradaki tane mantığına pek alışamadım. Geçen gün canım taze fasülye çekti ve yapmak istedim, markette fasülyeleri 100gr’lık porsiyonlar halinde paketlemişler ve ben 10 paket alsam ancak bir tencere yemek çıkar, dolayısıyla vazgeçtim 🙂 Normal marketlerde bizim alıştığımız bazı malzemeleri bulmak çok zor, sanırım bunun için Türk marketlerine gitmek gerekiyor ama şimdilik ihtiyaç duymadık. Geldiğimizden beri bir kez dışarıda da yemek yedik, Wasabi’ye gittik, önceki gelişimizde çok sevmiştik, porsiyonları çok büyük ve bir kişilik yemekle iki kişi doyabiliyor, hatta biz büyük boy aldık ve neredeyse yarısını yiyemedik, büyük boy köri soslu tavuk ve pilavın fiyatı 9£’du, tavsiye ederim. Hiçbir yurtdışı seyahatimde Türk yemeklerini özlediğim olmamıştı ama sanırım bu sefer uzun kalacağımızı bildiğim için özlemeye başladım 🙂

 

Geldiğimiz günden beri güneş yüzünü göstermedi 🙁

Sanırım ilk hafta buraya tam olarak adapte olamamamızın en büyük sebeplerinden biri hava durumu. Resmen ülkemizdeki yazı bırakıp buraya kışın ortasına geldik. Hava 6-7 derecelerde, sürekli soğuk ve yağışlı, şaka gibi! Bu sebeple doğru düzgün dışarı çıkamadık, dolaşamadık, plan yapamadık, eve tıkılıp kaldık. Ki ben buraya gelirken ne piknik hayalleriyle geldim, Londra’nın en çok parklarına aşık olduğum için en çok oralarda vakit geçireceğimizi düşündüm ama bir hafta bitti henüz ne bir park, ne Big Ben, ne London Eye hiçbirşey göremedim 🙂 Zaten işlerimizi uzaktan yaptığımız için bir işe gidip gelme rutinimiz de yok, saat burada 15.00 olduğu zaman Türkiye’deki işlerimiz bitiyor, çünkü iki saat gerideyiz ve oradaki mesai saati 17.00’da bittiği için boşluğa düştük.

 

Bu hafta hangi etkinliklere katıldık?

Framer London

 

Aslında etkinlik anlamında bu hafta verimli geçti diyebilirim. Amerika’da çalıştığımız bir firmanın diğer tasarımcısı Sergey Londra’da yaşıyor. Onun burada düzenlediği Framer London etkinliği bizim tarihlerimize denk geldiği için ona gidebildik. Framer, tasarımcılar tarafından kullanılan popüler bir tool ve Sergey bu konuda tanınmış isimlerden. Etkinlik üretsizdi ve çok keyifli geçti.

Katıldığımız ikinci etkinlik Start-ups’ Pitch for Investment etkinliğiydi. Bu etkinlikte startup’lar beşer dakikalık proje sunumları gerçekleştirdi ve yatırımcılardan yatırım almaya çalıştılar. Küçük çaplı bir etkinlikti, biz İstanbul’da katıldığımız The Pitcher gibi bir etkinlik bekliyorduk ama öyle olmadı. Bu etkinliğin giriş ücreti 3£’du ve pek beğendiğimizi söyleyemeyeceğim.

Son olarak iş ile ilgili değil de buranın gelenekselleşmiş ve her Nisan ayında gerçekleşen Classic Car Boot Sale etkinliğine katıldık. Bu etkinlikte klasik araba sahipleri arabalarını etkinlik alanında sergiliyor ya da satışa çıkarabiliyor. Onun dışında vintage ürünler satan tezgahlar var, klasik araba dışında kalan kısmı bizim Feriköy Antika Pazarı’na benzettim, bu etkinliğin giriş ücreti ise 5£’du.

 

Classic Car Boot Sale

 

Londra’da ilk haftamız bu şekilde geçti. Henüz alışamadık, zaman çok ağır ilerliyor ve hava hiç bizden yana değil. Onun dışında henüz burada yaşabilir miyiz, iş yapabilir miyiz sorularının cevabını bulamadık. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere sevgiyle kalın.